Seneca. (2023). Mutlu Yaşam Üzerine ~ Yaşamın Kısalığı Üzerine (Çeviri: Cengiz Çevik). İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.
İdol
Mutlu olma yolunda ilerlerken bir rehbere ihtiyaç vardır. Eğer bir rehberli değil de farklı yönlere çağıran insanların gürültüsünü ve çığlığını izleyerek amaçsızca dolaşırsak, gece gündüz iyi bir zihin için uğraşsak bile yaşamımız hatalar içerisinde tükenip gidecektir. (3)
Bizi en büyük kötülüğe sevk eden şey, akla göre değil de başkalarına benzemek için yaşamaktır. (4)
İnsani durumlar çoğunluğun daha iyi şeyleri tercih edeceği kadar iyi işlemez. En kötü tercihin kanıtı bizzat kalabalığın kendisidir. Dolayısıyla en çok ne yapıldığını değil, yapılması gereken en iyi şeyin ne olduğunu; hakikatin en kötü yorumcusu olan avamın neyi onayladığını değil, ebedî mutluluğa nasıl erişebileceğimizi araştırmalıyız. (5) Bkz. Diogenes
“Bir insan kendi ruhuna derin bir nefes alma ve kendine çekilme imkânı tanırsa, (ah bu insana nasıl da işkence gibi gelir!) gerçeği kabullenecek ve şunları diyecek: ’(…) korktuğum ne varsa, hepsi arzuladığımdan çok daha önemsizdi. Birçoğuna düşman oldum, nefretim yakınlığa dönüştü, tabii kötü kişiler arasında yakınlık olabilirse, ancak bugüne dek kendimle hiç dost olmadım. (…) Ne kadar büyük bir kitle sana hayransa, o kadar büyük bir kitle seni çekemiyor demektir. Niçin gösterebileceğim değil de hissedebileceğim türde, işe yarayan iyi bir şey aramıyorum? İnsanların bakakaldığı, önünde durduğu ve şaşkınlıkla birbirlerine gösterdikleri, dışı parıldayan bu şeyler kendi içinde değersizdir.’
Görünüşte iyi olanı değil, sağlam, doğru ve kendi saklı bünyesinde daha güzel olanı arayalım, onu bulup çıkaralım. O uzak bir yere konmuş değil, elini nereye uzatman gerektiğini bildiğin takdirde onu bulacaksın. Şimdi ise adeta karanlıkta, arzuladığımız şeylere çarparak yakınımızdaki şeyler arasından geçip gidiyoruz. (7)
Bizim düşüncemizi dinle. “Bizim” derken kendimi Stoacı üstatlardan birine bağlamıyorum, benim de kendi görüşümü açıklama hakkım var. Bu yüzden bir başkasını takip edeceğim, bir başkasından düşüncesini farklı kısımlara ayırmasını isteyeceğim, belki de herkesten sonra çağrılınca benden öncekilerin savunduğu hiçbir düşünceye katılmayacağım ve şöyle diyeceğim: ‘İlaveten şöyle düşünüyorum.’
Bilgelik: Nesnelerin doğasına (logos) uyum sağlamak, onun yasasına ve örneğine göre kalıba girmek ve onun yolundan ayrılmamak (7).
Mutlu yaşam: Kendi doğasıyla uyumlu olan ve başka hiçbir yolla elde edilemeyen yaşam mutludur: Zihnimiz sağlıklı olmalı ve kendi sağlığını kalıcı bir şekilde elde etmiş olmalı (sarsılmazlık -constantia), cesur ve dinç olmalı, en güzel şekilde sabreden, farklı dönemlere ayak uyduran, kendi bedenine ve onu ilgilendiren her şeye dikkat eden ancak bunun için dertlenmeyen, yaşamı meydana getiren hiçbir şeye ilgisiz kalmayan ama hayranlık da duymayan, talihin armağanlarından faydalanıp onların kölesi olmayan bir karakterde olmalı. (7)
Dinginlik: Bizi rahatsız eden ve korkutan unsurlardan uzaklaştığımızda daimî dinginliğe ve özgürlüğe ulaşırız. Zira hazlar ve korkular kovulduğunda, değersiz, kırılgan şeyler ve rezilce davranışların verdiği zararın yerini sarsılmaz, doğru ve büyük bir sevinç alır -Hecaton bile ‘Tutkuların bitmesi, korku için bile deva sağlar’ demiştir.-, böylece ruhun huzuru, uyumu ve azameti uysallıkla boluşur, zira her vahşilik güçsüzlükten doğar. (7)
En yüce iyi: En yüce iyi, şansın getirdiği şeyleri ciddiye almayan bir zihindir ve sadece erdemle mutlu olur. (8)
En yüce iyi ölümsüzdür, yok olmak nedir bilmez, ne doyumu ne pişmanlığı vardır; kendisinde öfkeye yer yoktur ve herhangi bir şey onu en iyi yaşamdan alıkoyamaz, doğru zihin yönünü değiştirmez. Buna mukabil haz, insanı en çok mutlu ettiği anda tükenmiş olur, fazla yeri yoktur, bu yüzden hemen dolar ve ilk hamleden sonra bitkin düşerek canlılığını yitirir. “Karakteri değişken olan şey mutlak değildir.” (12)
Bu yüzden çarçabuk gelip geçen ve kendi sonunu getiren bir şeyin gerçek bir varlığının olması mümkün değildir, nitekim haz biteceği yere ilerler ve başlar başlamaz sonunu arar (12)
En yüce iyi, ruhtaki uyumdur. Erdemler sadece uzlaşının ve birliğin olacağı yerde bulunur. Kusurlar ise birbirleriyle çatışma hâlindedir.
Erdem ve Haz (14)
Erdemin haz vereceği kesin olsa bile erdem bu nedenle aranmaz. Erdem sadece hazzı vermez, fazladan onu da verir, bunun için çaba harcamaz, başka bir şeye yönelince ona da ulaşır.
Haz erdemin ne nedeni ne de ödülüdür, sadece onun bir yan ürünüdür. Erdemi haz verdiği için kabul etmeyiz, aksine eğer onu kabul edersek, bize keyif de verir.
Erdemle hedeflenilen kendisidir: Çünkü en yüce iyi odur. Onun kendisinden daha değerli hiçbir şeyi yoktur. Sana “En yüce iyi, yılmaz bir zihnin sertliği, özgürlüğü, haşmeti, esenliği, uyumu ve güzelliğidir.” dediğimde, sen kendisine bu niteliklerin atfedilebileceği, bu en yüce iyiden daha büyük bir şeyin olup olmadığını mı soruyorsun? Yoksa bana hazdan mı bahsediyorsun? Ben insanın iyiliğini arıyorum, sürü hayvanlarında ve vahşi canlılarda daha büyük olan karnını değil! (14)
Epicurus
Ek olarak sayfa 18-19’a bakacağım epikür’ü okuduktan sonra
Yaşamı senin bahsettiğin hazlarla dolu olanların en budala insanlar olduğu, kötülüklerin zevklerle arttığı ve zihnin zararlı olan birçok haz türünü sağladığını kim bilmez? Kibir, marifetlerini aşırı abartma, başkalarına tepeden bakan şişkin gurur, kendini ilgi alanlarına körü körüne ve düşüncesizce adama, yetsiz ve çocukça davalardan aşırı keyif duyma… Erdem tüm bu şeyleri dağıtır, hazlara izin vermeden önce onların değerini hesaplar, onayladıklarına az değer verir ya da izin verse bile duyduğu hazları ihtiyaç olarak görmez, aksine dizginleyerek değerlendirir. Ancak bu dizginleme hazları azaltırken senin en yüce iyine zarar verir.
Sen hazzı kucaklıyorsun, ben ona gem vuruyorum; sen hazdan hoşlanıyorsun, ben onu kullanıyorum; sen onun en yüce iyi olduğunu düşünüyorsun, ben onu iyi olarak bile görmüyorum; sen haz için her şeyi yapıyorsun, ben hiçbir şeyi yapmıyorum.
Ben haz için hiçbir şey yapmadığımı söylediğimde, bilgeden bahsetmiş oluyorum, oysa sen ona hazzı yakıştırıyorsun. Ben herhangi bir şeyin, hazzın dahi egemen olabildiğini birine bilge demem. (15)
“Bilge hazzın önerdiğini yapacak,” diyebilirsin. Tamam, ama onun ne kadar çok şey önerdiğini görmüyor musun? “Erdeme bağlı olduğu için ahlâksızca öneride bulunamaz,” diyebilirsin. Tamam, ama yine görmüyor musun, iyi olabilmesi için bir koruyucuya ihtiyacı olan bir şey nasıl “en yüce iyi” olabilir? Ayrıca takip etmek tabi olana, yönetmek de buyurana özgü olduğundan, erdem takip ettiği hazzı nasıl yönetsin? (16)
Yahu hacı iyi de, akıl ve erdem ilişkisini ne yapacağız? Akıl erdemi takip ediyorsa, akıl takip ettiği erdemi yönetebilir mi? Erdem takip ettiği aklı yönetebilir mi tam tersi durumda? Erdemin ne olduğu akılla bulunuyorsa, aklın en üstte olması gerekir (DÜZELTME: AKIL=ERDEM |erdem = akla (logosa) uygun yaşam).
“Bilgelerin hazları sakin, ölçülü, neredeyse süzgün, bastırılmış ve pek görünmez olur, bu yüzden bu hazlar çağrılmayla gelmez ve kendiliğinden geldiğinde de büyük bir saygı görmez ve kendisini deneyimleyenler tarafından keyifsizce kabul edilir. Nitekim ciddi meselelere oyun ve şaka nasıl katılırsa, hazlar da yaşama öyle karışır ve katılır. (17)
Mutlu İnsan: İyi ve kötü zihin dışında başka bir iyi veya kötü diye tanımayan, ahlâki doğruluğa önem veren, erdemden hoşnut olan, şansın getirdiklerinin şımartamadığı ve parçalayamadığı, kendisine gerçek hazzın hazları küçümsemek olduğu düşüncesini benimsetmekten daha büyük bir iyilik yapamayacağını bilen insan. (8)
Yargısı doğru olan mutludur. Her ne olursa olsun, mevcut durumda başına gelen şeylerden memnun olan, kendi koşullarına uyum sağlayan ve yine koşullarının yarattığı her durumda aklın rehberlik ettiği insan mutludur. (10)
Mutlu yaşam: Özgür, dik, korkusuz ve sağlam duran bir zihindir keza bu zihin korku ve şehvetin dışında konumlanır: Bu zihin, tek iyinin ahlâki doğruluk ve tek kötülüğün ise ahlâksızlık olduğunu bilir. Değersiz bir yığından ibaret diğer şeylerin mutlu yaşamdan hiçbir şey alıp götüremediğini ve ona katkı sağlayamadığını, en yüce iyiyi artırmak veya azaltmaksızın gelip gittiğini söyler. (8)
Mutlu yaşam, doğru ve kesin bir yargıya dayanmakla birlikte sarsılmaz ve değişmez bir niteliğe de sahiptir. (10)
Mutlu yaşam ile doğaya uygun yaşamak aynı şeydir. Bedenimizin yeteneklerini ve doğanın bize uygun gördüğü şeyleri, nasıl geşmişse bir gün öyle gidecekmiş gibi, dikkatle ve korkusuzca koruyacaksak (Marcus: “O zaman sana gösterilen nezaket gibi, nezaketle ayrıl dünyadan.), onların kölesi olmayacaksak, bu yabancı şeyler bizi ele geçirmeyecekse, bedeni tatmin eden yabancı unsurlar bizim için yalnızca kölelik edeceklerse, işte o zaman bütün bunlar zihnimiz için yararlı olacaktır. (12)
“Bir adam dışsal unsurlarla bozulmasın ve ele geçirilemez olsun, sadece kendisine hayran olsun, ruhen cesur, her duruma hazırlıklı ve kendi yaşamının mimarı olsun. (12-13) İnsanda bilgi olmadan güven, sarsılmazlık olmadan da bilgi olmaz. (13)
Kararda Sarsılmazlık
“Bir kere alınan kararlar aynı kalsın ve insanın yargılarında herhangi bir değişim olmasın.” (Bkz. Machiavelli) (13)
(…) uyuşukluk ve duraksama çatışmanın ve sarsılabilirliğin göstergesidir. (13)
Bir insanın yaşamına daimî bir neşenin ve kendi derinliğinden gelen soylu bir mutluluğun dâhil olması temel bir zorunluluktur. İnsan ancak bu sayede kendinde bulunan şeylerden keyif duyar ve sahip olduklarından fazlasını istemez. Bunları küçük bedenin değersiz, anlamsız ve kalıcı olmayan duygularıyla karşılaştırmak hakkaniyete sığmaz. (8-9)
İnsan hazza üstün geldiği gün, acıya da üstün gelecektir. (9)
Özgürlüğe kaçmalıyız. Bunu mümkün kılan da sadece talihe kayıtsız kalmaktır. (9)
Haz ve Zavallılık
İnsanlar haz olmadan zavallı duruma düşmez, aksine hazdan dolayı öyle olurlar. Haz erdeme karışmazsa bu olmaz, bu yüzden erdem çoğun hazdan yoksundur, ona asla ihtiyaç duymaz. Erdem yüce, soylu, krallara layık, yenilmez ve tükenmez bir şeydir; haz ise bayağı, kölelere layık, zayıf ve güdük bir şeydir, onun durağı ve ocağı genelevler ve meyhanelerdir. (11)
Erdemin tarafına geçen soylu bir karakter örneği sergilemiş olur, hazzı takip eden ise zayıf, kırık ve erkekliğini yitirmiş görünür; birisi onun için hazlar arasında bir ayrım yapmadıkça rezil şeylerin peşinde olacaktır, o ancak böyle bir ayrım sayesinde hangi hazlarının doğal arzusunun sınırları içinde olduğunu, hangilerinin kendiliğinden öne atıldığını ve sınısız olduğunu ve bu yüzden ne kadar ok doyurulursa, o kadar çok aç kalacağını bilebilecektir. (19)
Erdem
Erdem önden gitsin, her adım güvende olacaktır. Hazzın aşırısı zarar verir, erdemde aşırılık korkusuna gerek yoktur, zira onda ölçü vardır. Kendi büyüklüğünden muzdarip olan iyi bir şey yoktur. (19-20)
İyi olan şey aynı zamanda ölçülüdür sonucu çıkar bundan.
Erdem önden gitsin, haz da ona eşlik etsin, gölgenin beden etrafında dönmesi gibi haz da onun etrafında dönsün En seçkin efendi olan erdemi, hazzın hizmetçisi yapmak ruhun da hiçbir yüce değer taşımayan insan davranışıdır. Erdem önden gitsin, işaretleri taşısın, hazzımızda olacaktır, ancak onun efendisi ve dizginleyeceni olacağız. Bir şey bizi ikna etmiş olacak, diğeri ise hiç zorlamayacak. Liderliği hazza verenler, ikisinden de yoksun kalır, erdemi yitirirler hazza da sahip olamazlar, aksine haz onlara sahip olur, hazzın yokluğu onlara işkence gibi gelir, fazlalığı ise boğazlarını sıkar. Hazdan mahrum kalınca zavallı, hazza boğulunca ise daha zavallı olurlar. (20)
Ben köle olmamayı seçtim diyenlere Seneca şoku
”(…) hazların peşinden giden insan da her şeyi erteler ve ilkin özgürlüğünden vazgeçer ve midesine çalışır, kendisine hazlar satın almaz, kendisini hazlara satar.” (21)
Erdem ve hazzı birleşmekten alıkoyan nedir?
Doğru olmayan, doğrunun parçası da olamaz ve en yüce iyi, en iyi parçasına benzemeyen bir şeyi kendinde görürse, kendi sağlamlığını koruyamayacaktır. Erdemden doğan keyif iyi olsa bile mutlak iyinin bir parçası değildir, elbette bu tür şeyler iyidir ancak son kertede en yüce iyiyi takip etseler de onu tamamlamayas yetmeyen şeylerdir. (21)
Kuşkusuz, kim erdemle haz arasında, denkliğin olmadığı bir birliktelik kurarsa, kötü olanın zaafından ötürü iyi olanın da sahip olduğu gücü azaltır ve o ana dek kendisinden daha değerli hiçbir şey tanımadığı, o sarsılmaz özgürlüğü boyunduruğa vurur. Böylece insan talihe muhtaç olur, ki bu da en büyük köleliktir. (…) Sen erdeme sarsılmaz bir temel atfetmiyor, aksine onu sağlam olmayan bir yerde durmaya davet ediyorsun. (21)
Talihin darbesini, bedenin değişen durumunu ve bedeni etkileyen şeyleri hesaba kattığımızda, hazzı önceleyen bir insan ne kadar sağlam durabilir? Acının küçük iğneleriyle bile rahatsız olan, başına gelen her şeyi keyifli bir yürekle kabul edemeyen, her acıda şikâyet edip sızlanan kişi, uğradığı felaketleri nasıl güler yüzle karşılayabilir?(21-22)
Dolayısıyla en yüce iyi, hiçbir gücün kendisini çekip indiremeyeceği bir yere çıkar; acı, umut, korku ya da otoritesini sarsabilecek hiçbir şey oraya giremez, sadece erdem oraya tırmanabilir. (22)
Bizi bağlayan yükümlülük: Evrenin yapısından ötürü katlanılması gereken ne varsa yüce bir ruhla karşılanmalı. Bu bizi bağlayan kutsal yükümlülüktür -kendisinden kaçmaya gücümüzün yetmediği ölümlü şeylere katlanmak ve onlardan rahatsız olmamak. Biz bir krallıkla doğduk, Tanrı’ya itaat etmek bizim için özgürlüktür. (23)
Erdem bize ne akıl verecek?
Erdemle ya da kusurla sonuçlanmayan şeyleri iyi ya da kötü olarak nitelendirmemeye ikna edecek. Sonra da ne kötülükle karşılaştığında ne de iyinin keyfiyle sarsılacaksın, böylece iyi olandan bir tanrı portesi çizeceksin. Erdem bize bu sefer Tanrıya eşü yüce şeyler vadeder. Hiçbir şeye zorlanmayacaksın, hiçbir şeyden yoksun kalmayacaksın; özgür, güvenli ve yaralanmamış olacaksın. Hiçbir şeyi boş yere denemeyeceksin, hiçbir şeyden alıkonulmayacaksın, her şey arzuladığın gibi olacak, aksi hiçbir şey olmayacak, ne fikrine ne de isteğine aykırı bir şey olacak. “O hâlde mutlu yaşamak için erdem yeterli mi?” Evet, Kusursuz ve tanrısal olan, dahası aşırılığı olmayan erdem yeterlidir. İnsanın tüm arzularına kavuştuktan sonra yoksun olabileceği ne var? (23)
“Her şeyi kendinde toplamış insanın dışarıdan almaya ihtiyaç duyabileceği ne var? (Bkz. Schopenhauer: “İnsan kendinde ne denli çok şeye sahipse dışarıdan o denli az şeye gereksinim duyar.“) (23)
Sende şöylesin ne haddine böyle konuşmak diyen andavallara
Benden en iyilerin seviyesinde olmamı değil, sadece kötülerden daha iyi olmamı bekle. Her gün kusurlarımı biraz daha azaltmam ve hatalarımı eleştirmem bana yeter (25)
Diyorsun ki, “Başka türlü konuşuyor, başka türlü yaşıyorsun.” Siz, en iyi insanlara düşman olan, en kindar kafalar, Platon’a da, Epicurus’a da, Zenon’a da böyle karşı çıktınız. Onların hepsi nasıl yaşadıklarını değil, aksine nasıl yaşamaları gerektiğini anlatıyordu. Ben de kendimden değil, erdemden bahsediyorum, kusurlarla ama özellikle de kendi kusurlarımla mücadele ediyorum. (25)
Herhangi bir pratik sonuç doğurmasa bile, insanların yararına olan uğraşlar övgüye değerdir. Dİk patikada ilerleyenlerin zirveye varamamasında şaşıracak ne var? Aksine, adamsan, başarısız olsalar bile büyük işlere girişenlere saygı duy. İnsanın kendi gücünü değil, doğası gereği gücünü göz önünde tutarak bir işe girişmesi, yüce hedeflere ulaşmaya çalışması ve kendinine büyük bir cesaeret bahşedilmiş kişiler tarafından bile başarılamayacak büyük işleri zihnen amaç edinmesi saygıdeğer bir davranıştır. (27)
Kimin için??
“Ben diğer insanlar için doğduğumu bilecek ve bu nedenle nesnelerin doğasına şükranlık duyarak yaşayacağım, zira doğa benim çıkarlarıma bundan daha iyi hizmet edebilir miydi? Beni bir birey olarak herkese, herkesi de yine bir birey olarak bana verdi.” (28)
Madem felsefeye bu kadar meraklısın, neden zengin bir yaşam sürüyorsun ulen?
Zenginlik küçümsenir, ancak bunun gerekçesi zenginliğe sahip olmamak değil, zenginliğe endişeyle sahip olmamaktır. Bilge, zenginliği kendisinden uzaklaştırmaz, sadece bunlar uzaklaştığında güvenle yoluna devam eder. Gerçekten de talih, geri verilmesini istediğinde zenginliğini şikâyet etmeden geri verecek olan kişi dışında, zenginliği güvenle nerede saklayabilir? (29-30)
Bilge, talihin kendisine sunduğu armağanları hak etmediğini düşünmez. O zenginliği sevmez, ancak ona sahip olmayı tercihe der; onu yüreğinde değil, evinde ağırlar ve sahip olduğu zenginliği reddetmez, aksine onu korur ve erdemine yardımcı olacak daha büyük bir imkân olarak düşünür. (30)
Zenginlikteki erdem fakirlikten daha fazladır: Fakirlikteki tek erdem fakirliğe boyun eğmemek ve onun altında ezilmemekken zenginlikleti erdemler ölçülülük, cömertlik, dikkat, düzenlilik ve her yere yayılan bir görkemdir. (30)
Zenginlik arzulanan şeyler arasında değildir. Zenginlik indefferenes (tarafsız, fark yaratmayan) bir şeydir. Ne erdemdir (virtus) ne de kusur (dedecus, vitium). (31)
Zenginlik gittiğinde benden kendisi dışında hiçbir şey götürmez, oysa o senden ayrıldığında sen sersemleyeceksin ve onun tarafından terk edilmiş görüneceksin. Zenginlik bana ait, sen ise zenginliğe aitsin. (31)
Nasıl ki bir yolu yayan tamamlayabileceği hâlde bir araca binmeyi tercih ediyorsa, aynı şekilde, fakir olabilecekken zengin olmayı da isteyecektir. Bu yüzden zenginliğe değişken ve elinden kayıp gidebilecek bir şey olarak sahip olacak, onun ne başkasına ne de kendisine bir yük olmasına izin verecektir. (32)
Yaptığın iyilikten, ihtiyaç duymadıkça kazıp çıkarmayacağın, derine gömdüğün hazine gibi bahsedeceksin. (33)
Bilge ve Sarsılmazlık
Bilge, bedenen zayıf ya da bir gözünü kaybetmiş olsa da güçlü olacaktır, ancak sağlam bir bedeninin olmasını tercih edecektir zira kendisinde bedeninden daha güçlü olan erdem vardır. Sağlığı kötüyse de aynı şekilde buna katlanacaktır ama sağlığının iyi olmasını arzulayacaktır. Zira bazı şeyler bütünle kıyaslandığında değersiz olsa bile erdemden doğan daimî sevince katkıda bulunur. (30-31)
Bilge ve Bilgeliğe Adanan Kişi
Bilgeliğe adayan kişi der ki: “En iyi şekilde konuşuyorum, ancak hâlâ birçok kötülük arasında dolanıp duruyorum. Benden hedeflediğim ilkeye uygun yaşamamı beklemen doğru değil, zira şu anda kendimi biçimlendiriyor, kalıba sokmaya çalışıyor ve önümdeki örneğe uygun olarak yüceltmeye çalışıyorum; önce belirlediğim hedefe varayım, sen de işte o zaman eylemlerimin sözlerime uygun olup olmadığını yargıla.” (34)
Bilge ise der ki: “Öncelikle, kendinde senden neredeyse daha iyi olan insanlarla ilgili görüş bildirme hakkını görmen doğru değil. Halihazırda doğruluğumun kanıtı kötülerin benden hoşnutsuz olmasıdır. Ancak yine de sana hiçbir ölümlüden esirgemediğim gerekçemi açıklayacağım, uygun gördüğüm ve her bir unsur için yeterli bulduğum kadarını dinle: Ben zenginliğin iyi olduğunu kabul etmiyorum, zira öyle olsaydı, insanları iyi yapardı. Oysa günümüzde kötü insanların elinde bulunduğu için zenginliğe iyi denemeyeceğinden, onu böyle nitelendirmeyi reddediyorum. Bununla birlikte zenginliğin arzulanabilir, yararlı ve yaşamı kolaylaştıran bir şey olduğunu kabul ediyorum.” (34)
“Beni çok şatafatlı bir eve koy, herkesin altın ve gümüş kullandığı bir yere koy, bana ait olsalar bile yine de onların benim dışımda şeyler olduğundan hiç kuşku duymayacağım. Beni dilencilerin arasına koy, yine de kendimi küçük görmeyeceğim, zira dilenmek için elini uzatan insanların arasında oturuyor olacağım.” (35)
“Zenginlik bilgeye göre köle, budalaya göre efendi konumundadır. Bilge zenginliğe hiç önem vermez, budala içinse zenginlik her şeydir; zenginliğe, sanki biri size, ona ebediyen sahip olacakmışçasına söz vermiş gibi, davranıyor ve bağlanıyorsunuz, bilge ise fakirliği en çok zenginliğin tam ortasında dururken düşünür. (37)
Bilge, birisi zenginliğini elinden alırsa, her şeyini ona bırakacaktır, zira bilge mevcut durumda sahip olduğu şeylerle mutlu yaşar ve geleceğe güvenle bakar. (37)
(…) Talihin tüm egemenliğini küçümseyeceğim, ama bir seçim yapma imkânı sunulacaksa, onun daha iyi tarafını seçeceğim. Başıma ne gelecekse gelsin, iyi olacak ama daha makul ve keyifli olan, baş edilmesi sıkıntı yaratmayacak şeyler başıma gelsin. (36)
Fakirlikte nasıl dövüşüleceğini bilen daha zorlu erdemleri, zenginlikte ise çekinerek adım atan ve kendi ağırlığını tartan daha dikkatli erdemleri uygulayalım. (36)
Sınanmayan güç mevzusu
”(…) erdemim için ortaya serilme ve sınanma fırsatı doğdu; biri erdemimin ne kadar büyük olduğunu, onu en iyi ancak onun saldırı karşısındaki gücünü gördüğünde anlar. Kimse çakmaktaşının sertliğini ona vuranlardan daha iyi bilemez. (…) Saldırın, hamlenizi yapın, tahammül ederek sizi yeneceğim. Bir şey sağlam ve ele geçirilemez olan başka bir şeye saldırdığında sadece gücünü kendine zarar vermek için kullanmış olur. Dolayısıyla mızraklarınızı fırlatacağınız yumuşak ve düşebilir bir şey arayın.” -Sokrates (39-40)
Yaşamın Kısalığı
(…) kısa yaşam bulmayız, onu biz kısaltırız, ondan yoksun değiliz, onu tüketiyoruz. (46)
“Değişmez bir hedefi olmayan, tutarlı hareket etmeyen ve bir türlü tatmin olmayan birçok kişi kararsızlığından ötürü her daim yeni planların içine gömülür; kimileri rotalarını belirlemelerini sağlayacak hiçbir ilkeyle tatmin olmaz; kader onları aylaklık edip esnerken ele geçirir.” [Payot’ta da benzer cümlelerle karşılaşıyoruz.] (46)
“Kusurlar bastırıyoruz ve etrafımızı her yandan kuşatıyor, ayağa kalkmamıza veya incelemek için gözlerimizi dikip bakmamıza izin vermiyor, aksine kafamızı yere gömüp şehvete bağımlı kılarak baskı altına alıyor. İnsanların kendilerine dönmelerine izin verilmiyor, tıpkı rüzgâr dindikten sonra bile kabarmaya devam eden engin bir deniz gibi insanlar da dalgalanıyor ve şehvetin içinde bir an bile inziva imkânları olmuyor. (47)
“Sonsuza dek yaşayacak gibi yaşıyorsunuz, zayıflığınız aklınıza hiç gelmiyor, şimdiden ne çok zamanın geçip gittiğini göz önünde bulundurmuyorsunuz; bir şeye veya birine adadığınız bir gün son gününüz olabilecekken yaşamınızı tükenmez, dolu bir kaynaktan geliyormuş gibi harcıyorsunuz. Ölümlü olan her şeyden korkuyor, ölümsüz olan her şeyi arzuluyorsunuz.” (48-49)
“İnziva gözünde öyle önemli bir meseleydi ki, onu yaşayamadığı için hayalinde canlandırıyordu” … (50)
“Şarap ve şehvet dışında hiçbir şeye vakit ayırmayanları en kötüler arasında sayıyorum, zira bunlardan daha utanç verici bir meşguliyet yoktur. Başkaları içi boş bir zafer hayalinin peşine düşse bile yine de kaydadeğer bir şekilde dolanıp durur.” (53)
“Haksız bir öfkeyle ya da savaşlarla meşgul olan, açgözlü ve nefret dolu insanları sayıp dökebilirsin, hepsi daha erkekçe bir kusur işlemektedir; ancak midesine ya da şehvete kapılmış insanların yıkımı daha utanç vericidir.” (53)
“Her şeyle meşgul olan insan hiçbir şeyi iyi beceremez, örneğin hitabeti ve özgür disiplinleri; ilgisi dağıldığında zihni hiçbir şeyi derinlemesine kavrayamaz; aksine her şeyi sıkıştırılıyormuş gibi dışarı iter. Meşgul bir insan için yaşamaktan daha değersiz bir şey yoktur.” (53-54)
“Daha iyi yaşayabilmek için sürekli bir şeyle meşguller, yaşamlarını harcayarak yaşam inşa ediyorlar! Uzun vadeli planlar yapıyorlar, oysa bu tür bir erteleme en büyük yaşam israfıdır, bu erteleme öncelikle onlardan günü çalar, daha sonrasını vadederken bugünün yaşantısını koparıp alır. En büyük yaşam engeli, yarına dayanıp bugünü tüketen beklentidir. Ne umut ediyorsun? Amacın ne? Gelecek olan her şey tam bir belirsizlik içinde, sadece yaşa!” (57)
Hemfikir değilim kardeşim.
“Buna karşılık yaşamı tüm işlerden uzak geçiren insanların vakti bol mudur? Böyle bir yaşamın hiçbir kısmı başkasına aktarılmaz; şu ya da bu yöne saçılmaz, gözden çıkarılıp talihe verilmez, ihmalden ötürü yitirilmez, müsriflikle eksiltilmez, gereksiz değildir; demem o ki, böyle bir yaşamın tamamı kazançtır. Bu yaşam ne kadar kısa olursa olsun, tümüyle tatmin eder, bu yüzden o son gün geldiğinde, bilgek endinden emin bir adım atarak ölüme gitmekten çekinmeyecektir.” (60)
Hatalı. Yaşamı tüm işlerden uzak geçiren insan nasıl bilge olur? Okuma eylemi de bir iş değil midir ey köle? Tüm işlerden uzak geçiren kişi, nasıl kendine bilgiyi entegre edecek?
“Zihinlerinin gevşekliğinden ötürü hazlara öyle düşkün oluyorlar ki, acıkıp acıkmadıklarını bile bilemiyorlar!” (62)
“Bugün Romalılar arasıdna büyük bir kitlenin yaptığı gibi, zamanını faydasız edebiyat çalışmalarıyla geçiren insanların bir işle meşgul olmadığından kimsenin şüphesi olmayacak.” BASED. (63)
“Herkesin içinde sadece kendisini bilgeliğe adayanlar inziva uğraşıyla meşguldür, sadece onlar inzivayı yaşar, zira sadece onlar kendi yaşamlarını iyi gözetmiş olurlar.” (65)
()=
“Sen ne kadar çok insana dağıtırsan, bu malvarlığı o kadar artacak. Bu malvarlığı sana ebediyetin yolunu açacak ve seni kimsenin indiremeyeceği bir konuma yükseltecek. Ölümlülüğün sınırlarını genişletmenin, başka deyişle onu ölümsüzlüğe çevirmenin tek yolu budur.” (67-68)
“Dolayısıyla bilgenin yaşamı geniş bir alana yayılır; onun sınırı, başkalarını daraltan sınırla aynı değildir. Sadece bilge insan soyunun yasalarından muaftır, her çağ ona tanrıymış gibi hizmet eder.” (68)
Seneca bilgeliği tanrısallıkla özdeş görür.
“Geceyi bekleyerek gündüzü, ışıktan korkarak da geceyi yitiriyorlar!” (69)
“Şansla gelen hiçbir şey kalıcı değildir, ne kadar yükseğe çıkılırsa, düşme olasılığı da o kadar artar.” (70) Bkz. “Kudretli doruklara çarpar yıldırım”
“Aç bir halk ne akıl dinler, ne eşitlik duygusuyla yatışır ne de herhangi bir ricaya boyun eğer.” (72)
“Sürekli bir işle meşgul olanlar zavallıdır; kendi işleriyle meşgul olmayanlar, başkalarının uykusuna göre uyuyanlar, başkasının adımına göre yürüyenler ve kendilerine, yaşamdaki en özgürce eylemler olmasına rağmen, sevmeleri ve nefret etmeleri buyrulan kişiler daha zavallıdır.” (73—)