Seneca. (2023). Bilgenin Sarsılmazlığı Üzerine ~ İnziva Üzerine (Çeviri: Cengiz Çevik). İstanbul: Türkiye İş Bankası ve Kültür Yayınları.
“Kadınlar ve erkekler birlikte insan topluluğunu meydana getirirken, biri boyun eğmek, diğeri ise hükmetmek için doğmuştur.” (3)
“Nesnelerin doğasında hakaretle karşılaşmayacak hiçbir kutsallık yoktur, aksine, dokunamayacakları kadar uzakta bulunmalarına rağmen kendilerini ziyadesiyle aşan o büyüklüğe saldırmaya çalışan insanlar var olsa bile, tanrısal unsurlar yüceliklerinden hiçbir şey kaybetmez. (6)
“Yaralanmaz olan darbe almayan değil, darbeden incinmeyendir. (…) Sınanmamış güç muğlakken, tüm saldırıları püskürtmüş olan, mutlak sağlamlık adını hak ettiğine göre, yenilmez olanın, kendisine hiç saldırılmamış olandan daha kudretli olduğundan kim şüphe duyabilir?” (Seneca, 2023: 6-7).
1: Kendisine hiçbir haksızlığın zarar veremediği bilge, hiçbir haksızlıkla karşılaşmamış olandan daha iyi karakterdedir. (7)
Benzer: Tahrikler arasında sergilenen dinginlik bilgeliğin gücünü daha iyi gösterir. (8)
Bilgenin herhangi bir haksızlığa uğraması mümkün değildir. O hâlde hiçbiri saplanmadığına göre, ona kaç mızrak fırlatıldığının da bir önemi yoktur. Nasıl bazı taşlar demire dayanacak kadar sertse, taş kesilemez, dövülemez ve aşındırılamaz, aksine kendisine değen her şeyi köreltirse; (…) bilgenin ruhu da aynı şekilde sağlamdır ve bahsettiğim haksızlığa karşı tümüyle güvende olacak kadar gücünü toplamış haldedir. (7)
Bilgeye haksızlık edenler?
Bilgeye haksızlık etmeye yeltenecekler, ama bilge bundan etkilenmeyecek, zira onu aşağıdakilerle temas halinde olmaktan alıkoyan mesafe öyle büyük ki, hiçbir zararlı güç kendi etkisini ona ulaştıracak kadar uzatamaz. (7)
Nasıl göksel unsurlar insanın elinden kaçar, tapınakları tahrip edenler ve resimleri yakanlar tanrısallığa zarar vermiş olmazsa, aynı şekilde bilgeye ne yapılırsa yapılsın, şımarıkça, edepsizce, küstahça yapılmış, içi boş bir girişim olarak kalır. (8)
Haksızlık ve Hakaret
Haksızlık, doğası gereği daha ağır, hakaret ise daha hafiftir ve sadece kolay incinen insanlara ağır gelir, zira bu tür insanlar hakaretle yaralanmasa da, rencide edilirler. Ayrıca bu, zihinlerin zayıf ve içi boş olduğu anlamına da gelir, öyle ki bu tür insanlar hakaretten daha acı hiçbir şey olmadığını düşünürler. (8)
Haksızlık, birine kötülük yapma amacını taşır, bilge ise kötülüğe yer bırakmaz, zira onun bildiği tek kötülük, erdem ve doğruluğun bulunduğu yere giremeyen alçaklıktır. O halde kötülük olmadan haksızlık da olmuyorsa ve alçaklık olmadan da kötülük olmuyorsa, alçaklık da doğru tavır sergileyen insanlara nüfuz edemiyorsa, haksızlık da bilgeye nüfuz edemiyor demektir. (8-9)
Haksızlık bir kötülüğe maruz kalmaksa bilge hiçbir kötülüğe maruz kalmaz ve hiçbir haksızlık bilgeyi etkilemez. (9)
Kimse kendisinin dışındaki bir konumu, kişiyi ya da bir şeyi kaybetmedikçe haksızlığa uğramış sayılmaz. (9)
Bilgenin hiçbir şey kaybetmesi mümkün değildir, o her şeyi kendisinde saklar, talihe asla güvenmez. Onun erdemle uyumlu olan ve şanstan beklentisi olmayan, onun sayesinde artmayan ya da azalmayan bütün iyi nitelikleri sapasağlam durur, zira en yüksek noktaya varmış olanın daha da yükseleceği bir yer yoktur. (9)
Talih verdiği dışında hiçbir şey alamaz insandan: erdemi o vermez, dolayısıyla geri alamaz. Erdem özgürdür, yaralanmaz, hareket ettirilmez, sarsılmaz, bu yüzden tesadüflere karşı sağlam durur, ne yönü değiştirilebilir ne de mağlup edilebilir. (9)
Dolayısıyla bilgi kayıp olarak göreceği hiçbir şeyi kaybetmez. Onun sahip olduğu tek şey, kendisinden asla çalınamayacak olan, sabırla uyguladığı erdemdir. Kim kendisine ait olmayan bir şeyin kaybından etkilenir? (9)
Erdemi güvende olduğunda, sahip olduğu her şey de güvende olduğuna göre, haksızlık bilgenin sahip olduğu bir şeye zarar veremiyorsa, bilgenin haksızlığa maruz kalması mümkün değildir. (9)
Zarar verenin zarar verilenden daha sağlam olması gerekir, oysa kötülük erdemden daha güçlü değildir, dolayısıyla bilgeye zarar vermek mümkün değildir. (13)
“Temeli sağlam atılmış bir ruhu sarsabilecek kadar güçlü silah yapılamaz.” (11)
”(…) zor durumları sakince, hayırlı durumları ölçülü bir şekilde karşılayacak, birine kapılıp gitmeyecek, diğerine güvenmeyecek, talihi değiştiğinde hiçbir şekilde değişmeden kalacak ve kendisi dışında hiçbir şeyin kendisine ait olmadığını ve kendisinin de en iyi tarafının bu olduğunu düşünecek (…)” (11)
“Bilgenin iyi değerleri sağlam ve aşılamaz surlarla çevrilidir. Onu ne İskender’in girdiği Bâbil’in surlarıyla, ne tek bir kişi tarafından ele geçirilen Kartaca ya da Numantia’nın duvarlarıyla ne de Roma’nın kalesiyle kıyaslayabilirsin. Bilgeyi koruyan surlar hem alevlere hem de saldırılara karşı güvenlidir, içeri girilmesine izin vermez, yücedir, zapt edilemez ve tanrılara eşittir.” (12)
“Nasıl ki kimse bilgeye haksızlık edemiyorsa, kimse ona iyilik de yapamaz. Bilge hiçbir şeyden yoksun değildir ki armağan alabilsin; kaldı ki kötü insan, bilgeye, onun sahip olabileceği kadar iyi bir şeyi bağışlayamaz, zira bir insanın, başkasına verebileceği bir şeye önceden sahip olması gerekir, oysa kötü insan, bilgenin kendisine verildiğinde mutlu olacağı hiçbir şeye sahip değildir.” (14)
O hâlde kimse bilgeye zarar veremez ya da yarar sağlayamaz, zira tanrısal unsurlar ne yardıma muhtaçtır ne de onlara zarar vermek mümkündür. Bilge tanrılara komşudur, yakın durur, ölümlülüğü hariç, tanrıya benzer. Bilge yüce, düzenli, sarsılmaz, düzgün ve uygun bir doğrultuda seyrederken, güvenli, nazik, toplumun iyiliği için ortaya çıkan, kendisine ve başkasına yarar sağlayan hedeflerin peşinden giderken, değersiz bir şey istemeyecek veya böyle bir şey için üzülmeyecektir. (14)
“Eğer kızgın hükümlerin üzerinde söz sahibi olmadığı, en acımasız efendilerin tehdit edemediği ve talihin, üzerinde bütün gücünü tükettiği bilgeliğin o en yüce halinde, ölümü yalpalamadan, sakince kabul edip onun kötü bir şey ve dolayısıyla bir haksızlık olmadığını bilirsek, kayıplara ve acılara, utanca, yer değişimlerine, kısırlığa ve ayrılıklara çok kolay katlanacağız. Bütün bunlar toplanıp etrafını sarsa bile, bilgeyi mağlup edemez, her biri tek başına saldırsa, bilge zaten hiç dert etmez. Eğer bilge talihin haksızlıklarını bile sakince karşılayabiliyorsa, talihin eli olarak gördüğü güçlü kişilerin haksızlıklarını daha büyük bir sükûnetle karşılamaz mı? (15)
“Umutla ve korkuyla yaşamayı bilmeyen bilge, bu tür durumlardan kendini sakınmış olur.” (15) (Tutkuların sona ermesi korku için bile deva sağlar. Bir şey ummaz olursan, korkmaz olursun.)
Kimse zihnen etkilenmeden haksızlığa uğramaz, aksine insan onu düşününce rahatsız olur; buna karşın hatalardan sıyrılmış, kendisini kontrol edebilen, derin bir sessizlik ve huzur içindeki biri bu rahatsızlıktan muaftır. Zira haksızlık dokunursa, onu rahatsız eder ve zorlar, bununla birlikte bilge, sadece haksızlık görüntüsünün bile kışkırtabileceği öfkeden yoksundur ve sadece kendisine haksızlık yapılamayacağını bildiğinde öfkeden muaf kalabilir. Bu yüzden bilge dik yürür ve mutludur, bu yüzden daimî keyifle, neşeli durur. (15-16)
Dahası, bu sayede insan işlerindeki sardırılara maruz kalmaz, aksine, sayesinde deneyim kazanabildiği ve erdemini sınayabildiği için haksızlığı kendisi için yararlı bir şeye dönüştürür. (16) Seneca - Sınanan ve Sınanmayan
Bilgeyi Sarsan
Bedenindeki bir acı ve zayıflık, dostlarını ve çocuklarını kaybetmesi ve vatanının savaşta alevler içinde yıkıma uğraması gibi, bilgeyi tam anlamıyla yıkmasa bile sarsan başka şeyler vardır. Bilgenin bunları hissettiğini reddetmiyorum, zira ona taşın ya da demirin sertliğini atfetmiyoruz. Bilge darbe alır ama aldığı darbeleri bastırır, düzeltir ve durdurur, buna karşılık küçük olanları hissetmez, onlara karşı her zamanki, katı dayanma erdeminden yararlanmaz, aksine, onları ciddiye almaz ya da sadece gülünesi şeyler olarak görür. (17)
“Çocuksu ruhlarındaki kötülükleri koruyan, kendileri büyüdükçe hataları da büyüyen, çocuklardan sadece yaşça büyüklük ve beden biçimi bakımından farklı olan, onlardan daha az şımarık ve kararsız olmayan, ayrım gözetmeksizin hazların peşinde koşan, doğal eğilimlerinden değil, korkularından ötürü huzursuz ve içine kapanık olan bu kişiler olgunlaşmış sayılır mı? Dolayısıyla kimse onlar ile çocuklar arasında bir fark olduğunu söylemez.” (18-19)
Güvenlik, bilgenin sahip olduğu bir değerdir. Kendisine hakaret edildiğini düşünmek suretiyle, aynı kişinin kendisini onurlandırabileceğini de kabul etmek istemez, zira birisi başka birisinin kendisini küçük görmesinden rahatsız oluyorsa, kaçınılmaz olarak onun kendisine saygı duymasından da mutluluk duyacaktır. (21)
“Başıma gelen bu işleri hak ettim mi hak etmedim mi? Hak etmişsen, bu bir hakaret deği, adaletin yerine getirilmesidir. Hak etmemişsem, o hâlde adaletsizlik yapan kişi utanmalıdır. (24),
“Alay edilme imkânı elinden alınan kimse artık alay etmeye yeltenemez.” (25)
Bilgenin Cezası
Bilge, bu tür insanlardan gelen hakaretleri birer şakaymış gibi karşılar ve bazen çocuklarmış gibi, o insanları uyarır ve kendisine haksızlık yapıldığı için değil, haksızlık yaptıkları ve bir daha haksızlık yapmamaları için acı vererek ya da cezayla bedel ödetir. (19)
“Bilgenin haksızlığa ve hakarete uğraması mümkün değilse, niye haksızlık yapanları cezalandırıyor?” Cezalandırıyor, böylece intikam almış değil, onları düzeltmiş oluyor. (19)
Bilge, herkese karşı hekimin hastalarına karşı beslediği hisleri besler, delilerek kendini kaybeden insanların öfkeli sözlerine katlanır. Bu yüzden bilge tedavi ettiği kişilerin hasta halleriyle kendisine saygısızlık yapmasına sinirlenmez ve aynı düşünceyle onların sahip olduğu onurları da ciddiye almaz, keza şanlı işler başarmalarını da önemsemez. (20)
“Hakaret etmeye yeltenen birinden hakaret etme hazzını çalmak da bir intikam türüdür, bu olduğunda hakarete yeltenenler genelde şöyle derler: “Ah zavallı başım! Sanıyorum ki, anlamadı!” Dolayısıyla hakaretin başarısı, hakarete uğrayanın hassasiyetine ve kızgınlığına bağlıdır. Sonra, bir gün hakaret eden de karşılığını bulacaktır, senin intikamını alan biri bulunacaktır.” (26)
“Gelişmemiş olup kendilerini hâlâ halkın yargısına şekillendirenler, haksızlıklar ve hakaretler arasında dönüp durmaları gerektiğini aklında tutmalı.” (28-29)
Doyumsuzluk ve Zenginlik
Bilge, birçok zengin kendisine saygı duyuyor diye onlara saygı duymayacaktır, nitekim o, zenginlerin dilenciden bir farkı olmadığını, hatta ondan daha sefil olduklarını, zira dilencinin az, zenginlerin ise çok şeye ihtiyaç duyduğunu bilir. (20)
İnziva Üzerine
Esenliğimiz için başka bir işle uğraşmayıp kenimize çekilmemiz, yani inzivaya çekilmemiz gerekir. Bunu yaparken kendileri sayesinde yaşamımızı yönlendireceğimiz en iyi kişilerin, yasni rol modellerin yanına çekilmek gerekir. Rol model belirlemek ve inziva sürecimiz boyunca onun yanımızda (düşünsel bakımdan) olmasını sağlamak gerekir. (33)
Sadece inziva hâlindeyken kalabalıktan sıyrılabilir ve kendi düşüncemizi çoğunluktan etkilenmeden, bağımsız bir şekilde geliştirebilir/güçlendirebilir ve aldığımız kararları uygulayabiliriz. Ancak bu şekilde yaşamımızın düz bir doğrultuda gelişmesi mümkündür (karakterin sarsılmadan tutarlı şekilde gelişimi). (33)
Diğer kötülükler içinde en kötüsü kusurlarımızı değiştirmektir zira bunun sonucunda en azından bildiğimiz bir kötülüğü sürdürme şansını da yitirir; bir şeyin ardından başka bir şey hoşumuza gider, yargılarımız sadece yanlış değil, değişken de olur. Savrulur ve birbiri ardına farklı şeylere tutunur; daha önce istediğimiz şeyleri bırakır, bıraktığımız şeyleri yenidne ararız ve arzumuz pişmanlığımızla sürekli yer değiştirir -zira tümüyle başkalarının yargılarına bağlı kalırız**, gerçekten övülmeye ve istenmeye layık olan bir şey değil de isteyeni ve öveni çok olan şey bize en iyi şeymiş gibi görünür**. Yolu, kendisine değil, geri dönenlere ait olmayan ayak izlerinin çokluğuna bakarak iyi ya da kötü sayarız. (33-34)
“Rehberlerime yeterince benzememden daha fazlasını mı istiyorsun? O halde onların bana gösterdikleri değil, rehberlik ederek götürdükleri yola gideceğim.” (Zenon ve Chrysippus kamu hizmetini ve politikayı önermekle birlikte şahsen görevi üstlenmemiştir) (35)
Epicurus: “Aksi bir durum olmadıkça, bilge devlet işiyle ilgilenmeyecek.”
Zenon: “Bir şey kendisine engel olmadıkça, bilge devlet işiyle ilgilenecek.”
İlki ilkesi gereği, diğeri bir nedenden hareketle inzivayı savunuyor. (36)
Devlet, kendisine yardım edilemeyecek kadar bozulmuşsa ve kötü kişiler tarafından zapt edilmişse, bilge onun için boş yere çaba sarf etmeyecektir, otoritesinin ve gücünün bir etkisi olmayacaksa, yararlı olmak adına devlet işine karışmayacaktır. Sağlığı el vermezse, devlet ona teslim edilmeyecektir. Bilge, kendisine uygun olmadığını bildiği bir yola girmeyecektir. (36-37)
Bir insandan beklenen, imkânı çoksa birçok kişiye, azsa az kişiye, daha azsa yakınlarına, daha da azsa kendine yararlı olmasıdır. Zira insan başkaları için yararlı bir iş yapıyorsa, ortaklaşa bir iş yapıyor demektir. (37)
“Nasıl kendini küçük düşüren biri sadecek endisine değil, daha iyi biri olduğunda yararlı olabileceği herkese zarar verirse, aynı şekilde, kim kendisine iyi davranırsa, kendisini başkalarına yararlı olmaya hazırladığı için başkalarına da yararlı olur. (37)
Buradan şu sonuca ulaşıyoruz aslında: Birisi bir başkasına yararlı olmak istiyorsa, ilkin kendine yararlı olmalıdır.
Stoacılar ve İki Devlet
İki devlet vardır: İlki büyüktür ve gerçekten umuma ait olup tanrıları ve insanları kapsar, sınırları güneşle ölçülür. Öbürü ise doğum gerçekliğimizin bizi bağlı kıldığı devlettir. Bu tüm insanları değil, sadece bir kesimi içeren başka bir kentin devleti olacaktır. Bazı kişiler aynı anda her iki devlete de ilgi gösterir, hem büyüğüne hem küçüğüne, bazıları sadece küçüğüne, bazıları da sadece büyüğüne.
Bu büyük devlete inzivadayken hizmet edebiliriz, hatta eminim ki inzivadayken daha iyi hizmet edebiliriz; bu sayede erdemin ne olduğunu, tek mi yoksa çok sayıda mı olduğunu, doğanın mı yoksa ilmin mi insanları iyi kıldığını (Platon - Menon 70a), (…) tanrının kendisinden her şeyin doğduğu tüm cevherin daimî ve yekpare mi, yoksa parça parça olmakla birlikte katı maddelerle karışık bir boşluk mu olduğunu, tantının nerede bulunduğunu, eserini izleyip izlemediğini ya da yönlendirip yönlendirmediğini, evrenin ölümsüz mü yoksa geçici ve belli bir süre için doğmuş olan şeyler arasında mı sayılması gerektiğini öğrenebiliriz“Birinin bütün bunları düşünmesinin yararı nedir?” Elbette, onun bu büyük eserinin tanıksız kalmaması. (37-38)
Doğa ve Biz
Doğa bizi iki şey için doğurdu: Nesneleri temaşa etmemiz ve eylem için.
Her bir kimse, bilmediği şeylere dönük ne güçlü bir bilme arzusu duyduğunu ve bu arzunun tüm masallar tarafından nasıl teşvik edildiğini düşünse, yukarıdaki iddiamız kanıtlanmış olmayacak mı? Bazıları denize açılır ve en uzak diyarlara yaptıkları bu yolculukta sadece uzaktaki gizli bir şeyi keşfetme ödülü için birçok sıkıntıya katlanır. İnsanları gösterilere çeken, kapalı şeyleri açmaya, saklı unsurları araştırmaya, eski unsurları anımsamaya ve yabancı kavimlerin âdetlerini dinlemeye iten şey budur. (38)
Doğa bize meraklı bir zihin yapısı verdi, kendi sanatının ve güzelliğinin farkında olan doğa, bizleri nesnelerin o büyük gösterisinin izleyicileri olarak doğurdu. Böylesine büyük, böylesine görkemli, böylesine nicelikli işlenmiş, sadece bir türde güzel olmayan eserini, kendi yalnızlığı içinde sergileseydi, emeğinin ürünü boşa giderdi. (38)
Bizden sadece kendisine bakmamızı değil, aynı zamanda kendisini gözlemlememizi istedi (…): Nereden geldi şu yıldızlar, tek tek elementler parçalara ayrılmadan önce evren hangi durumdaydı, hangi ilke yurulmuş ve karışmış elementleri birbirinden ayırdı, nesnelerin yerini kim belirledi, (…) maddenin kendisi kendi enerjisi ve ağırlığı dışındaki daha büyük bir kudret mi her birine kurallar koydu, insanın tanrısal ruhun bir parçası olduğunu kanıtlamaya çalışan teori doğru mu, yıldız kıvılcımları yeryüzüne düşerek yabancısı olduğu bu yerde mi kaldı? Düşüncemiz göğün duvarlarını yıkıp geçer, kendisine gösterileni bilmekle yetinmez: “Dünyanın ötesinde uzanan şeyi araştırıyorum,” der. (…) Düşün ki, bunları araştırmak için doğan insan, tamamına talip olsa, kendisine ne az zaman tahsis edilmiştir. Varsın kimsenin zamanını rahatlığından ötürü çalmasın ya da umursamazlığından ötürü kendi kendine onu yitirmesine izin vermesin, varsın saatlerini aşırı cimrice korusun ve o insani ömrünün son anına dek ilerlesin.Talih, doğanın onun için belirlediği yaşamın hiçbir bölümünü şiddetle sarsmamış olsun, yine de insan ölümsüz unsurların bilgisine erişmek için fazlasıyla ölümlüdür. (38-40)
O hâlde kendimi tümüyle doğaya adadıysam, onun hayranı ve tapıcısıysam, ona uygun yaşarım. Nitekim doğa benden iki şeyi yapmamı istedi: Birincisi eylem hâlinde olmak, ikincisi temaşaya vakit ayırmaktır. İkisini de yapıyorum, zira temaşa eylemden yoksun değildir. (40)
Kamu Yaşamı ve Amaç
Kamu yaşamını hangi amaçla sürdürdüğün de aynı ölçüde önemli. (…) Nasıl herhangi bir erdem sevgisi ve karakter gelişimi olmadan sadece bir eser ortaya koymak övgüye değer değilse (zira bunlar bir arada olmalı ve birbirine bağlanmalıdır), aynı şekilde inzivadayken bırakılmış olan ve öğrendiğini asla göstermeyen, eylemsiz erdem de kusurlu ve zayıf bir iyilik anlamına gelir. (40)
Erdemdeki gelişim, yapılan işle sınanmalıdır. Sadece ne yapılması gerektiği düşünülmemeli, aynı zamanda işe bizzat el atılmalı ve uygulamaya dökülmeli. (40)
Gecikmenin nedeni bilgenin kendisi değilse, yani eylem sahibi varken eylem fırsatı yoksa, onun kendisiyle baş başa kalmasına izin vermeyecek misin? Bilge hangi amaçla kamu hizmetinden uzakta bir yaşama geçer? Bilge inzivadayken bile gelecek kuşaklar için faydalı işler yapacağını bilir. (40-41)
Yani diyor ki, devlet yozlaşmışsa, düzeltilemeyecek kadar çürümüşse, eyleme geçilemiyor demektir ve böyle bir durumda inziva bilge için meşrudur.
Sürekli başkaldırıların olduğu, özgürlüğün en iyi vatandaşlar için tehlike arz ettiği, adalet ve iyilikseverliğin ziyadesiyle aşalandığı ve düşmanlara karşı insanlıkdışı bir acımasızlığın sergilendiği, hatta vatandaşlara bile düşman gibi davranıldığı devletlere bilge hizmet etmez. (42-43)
“Hayalimizdeki devlet hiçbir yerde bulunmuyorsa, hepimiz için zorunlu inziva başlıyor demektir, zira hiçbir yerde inzivaya tercih edebileceğimiz bir şey yoktur.” (43)
Üç Çeşit Yaşam Türü
Üç çeşit yaşam türü vardır: Birincisi hazza, ikincisi temaşaya, üçüncüsü eyleme adanmış yaşamdır. (41)
Hazzı savunan temaşadan, kendisini temaşaya adayan hazdan, yaşamı eylemlerle şekillenen ise temaşadan yoksun değildir. (41)
Eylemsiz temaşa edilmez, temaşasız eylem hâlinde olunmaz, kötü olduğunu düşünmekte uzlaştığımız üçüncü yaşam türü yavan hazzı savunur ama bu haz muhakemeyle sağlamlaştırılır, böylece bu haz öğretisi de eylemde bulunmuş olunur. Epicurus bile kendisinin bazen hazdan vazgeçebileceğini, hazzı pişmanlık izlediğinde ya da daha büyük acı yerine daha az bir acı çekmesi mümkün olduğunda en nihayetinde acıyı tercih edebileceğini söylediğine göre, niçin bu yaşam türünde eylem bulunmasın? (42)
Temaşayı herkesin kabul edebileceği görülüyor; bazıları onu hedefler, bizim içinse o demirleme yeridir, liman değil. (42)