• Dil TDK tarafından “İnsanların düşündüklerini ve duyduklarını bildirmek için kelimelerle veya işaretlerle yapılan anlaşma, lisan, zeban.” olarak tanımlanır.
  • Prof. Dr. Muharrem Ergin ise “İnsan arasında anlaşmayı sağlayan tabii bir vasıta; kendi kanunları içinde yaşayan ve gelişen canlı bir varlık; milleti birleştiren, koruyan ve onun ortak malı olan sosyal bir müessese; seslerden örülmüş muazzam bir yapı; temeli bilinmeyen zamanlarda atılmış bir gizli antlaşmalar ve sözleşmeler sitemidir.” olarak tanımlamaktadır.

Dilin Temel Nitelikleri

1- Anlaşma aracıdır:
  • Nesneleri, kavramları vs. adlandırma aracıdır. Duygularımızı ve düşüncelerimizi birbirimize nakletmek, meramlarımızı birbirimize anlatmak için dil denen araca başvururuz. Duygu ve düşüncelerimizi anlatmaya yarayan en önemli araç dildir.
2- Tabii (doğal) bir araçtır:
  • Herhangi bir araç değil, kendine ait bir kimliğe sahip ve doğal bir araçtır. Her toplum dilini kendi dil mantığının, zevkinin, kendine mahsus dil düşüncesinin ve kültürünün yansıması sonucu ihtiyaçları doğrultusunda kendiliğinden ortaya koymuştur.
  • Dil âliminin yahut heyetinin ürünü, icadı değildir.
  • Muhyî Gülşenî’nin 1574’te yazdığı Bâleybelen adlı eser, yapma dil çalışmalarının bilinen ilk örneğidir ve Osmanlılar dönemi sözlükleri arasında ayrı bir yere sahiptir, ayriyeten Latin herfleriyle neşredilmiştir.
    • Türkler, Araplar ve Farslar için icat edilen bu dilin kuralları detaylıca açıklanmış, lügati hazırlanmıştır.
  • Yapay dil çalışmalarının en ünlüsü Polonyalı Dr. Zamenhof’un yaptığı Esperanto’dur. Ancak ne Esperanto ne Bâleybelen ne de başka bir yapay dil dünyada hibir millet tarafından benimsenip konuşul(a)mamıştır.
  • At da bir vasıtadır, otomobil de. Ancak insan otomobile istediği gibi hükmedebilirken at karşısında ancak onun tabiatına uygun hareket etmek zorundadır. Fakat atın biçimini değiştiremez, onu istediği gibi kullanamaz ve istediği yere sevk edemez. Dilin vasıtalığı da atın vasıtalığı ginidir, anlaşmayı sağlamak bakımından bir vasıta gibi iş görür, fakat tabiî bir varlığa sahiptir. (M. Ergin)
3- Kendisine ait kanunları (kuralları) vardır:
  • İlgili milletin mantığının, kulak ve gırtlak yapısının vb. gerektirdiği kurallardır. Dillerde kurallar kural koyucunun rehberliği ve etkisiyle ortaya çıkmamıştır. Dil kurallarına aykırı bir kullanımı veya müdahaleyi asla kabul etmez.
    • Bkz. Türkçe’deki Büyük Ünlü Uyumu. Bu kural dışına çıkarak “gelmiş” yerine “gelmış”, “sudan” yerine “suden” denemez. Aynı şekilde söz dizimine aykırı olarak “bilmek ben çok iyi senin sevdiğini felsefeyi.” şeklinde bir cümle kurulamaz.
4- Canlı bir varlıktır:
  • Toplumun yaşamındaki değişmeler, farklı kültürlerden ve o kültürlerin dillerinden etkilenmeler ile dil yaşayan bir varlık gibi zamanla değişir ve gelişir. Her dilin tarihinde birtakım gelişme safhaları vardır. Misal Köktürk Yazıtları’nda (ilk yazılı metin) kullanılan Türkçe ile bugün kullanılan Türkçe arasında gördüğümüz fark dilin canlılığı sayesidedir. İlk tablodadilin canlı bir varlık olduğunu ikinci tablodaysa ölen kelimeleri göreceğiz:
Türkçenin ilk dönemleriBugünkü Türkiye TürkçesiDeğişim Safhaları
edgüiyiedgü>ezgü>eygü>eyü>eyi>iyi
amtışimdiamtı>emti>emdi>imdi>şimdi
bedükbüyükbedük>neyük>böyük>büyük
budunmillet (<Arapça)
sü, sülemekasker, asker sevk etmek (<Arapça)
ödzaman (<Arapça)
dükeli, (tükeli, dükel, düğeli)hep, heps, herkes (<Farsça); cümle (<Arapça)
bedizresim (<Arapça)
5- Milleti birleştirir ve korur:
  • Bir topluluğu millet yapan unsurların başında konuşulan ortak dil gelir. bugün bir insanın milletine dair değerlendirme/tahmin yaparken ilk bakılan nitelik o insanın konuştuğu dildir. Türkçe konuştuğu için Türk milletine, Arapça konuştuğu için Arap milletine ait olur vs.
  • Aynı dile mensup kişiler arasında pek çok ortak nokta vardır. Aynı kültüre mensuptur; aynı dille konuşmanın, düşünmenin, hayal kurmanın, sevinmenin, üzülmenin fertlerde nasıl bir birlik duygusu oluşturacağı aşikârdır.
  • Dilin muhafazası millî kimliğin muhafazasıdır. Dilini koruyamayan milletlerin millî kimliğinin değiştiği veya ortadan kalktığı bilinen tarihî bir gerçektir. Bu nedenle dile sahip çıkıp onu savunmak gerekir.
  • Mustafa Kemal de “Millî his ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin millî ve zengin olması, millî hissin gelişmesinde başlıca etkendir.” demiştir.
6- Sesler sistemidir:
  • Dilin malzemesi sestir. Seslerden yapılmış bir binadır. Sesler yan yana gelerek kelimeleri ve kelime dizilerini meydana getirmiştir. Temeli ses olduğu için dil doğal olarak öncelikle sözlü anlatım aracıdır. Tarihî gelişim bakımından söz, yazıdan çok daha eskidir. Sözlü dili kayıt ve kontrol altına almak duygu, düşünce ve iletileri zamandan ve çevreden bağımsız biçimde aktarmak üzere yazı keşfedilmiştir.
7- Bilinmeyen zamanlarda (yazıdan önce) oluşmuştur:
  • Ne zaman ve nasıl oluştuğu bilinmemektedir. Dillerin macerasını ancak yazılı metinlerden sonra takip etmek mümkündür. Ama kesinlikle bilinen bir şey varsa o da insanların önce konuşma dilini oluşturup sonra sesleri şekillerle gösterdikleri <yani yazıyı icat ettikleri>dir.
  • Yazıdan öncesi bizler için belirsizdir.
  • Dünyadaki en eski yazılı metinlere sahip olan dil Sümerce olarak kabul edilir, bundan ancak yaklaşık 5500 yıl öncesine kadar uzanmaktadır. Halbuki yapılan araştırmalar ilk insanların bundan bir milyon yıl kadar önce yaşadıklarını ortaya koymaktadır.
8- Gizli bir antlaşma ve sözleşmedir:
  • Her millet kendine göre görüngüdekileri seslendirmiş, varlıkları ve kavramları bu bağlamda adlandırmıştır. Bu adlandırmaların neye göre ve hangi ilgilerden yola çıkarak yapıldığına dair hiçbir cevap yoktur, zira varlıkların adlarını oluşturan ses kümesi ile varlığın kendisi arasında bir ilgi, benzerlik kurmak mümkün olmamaktadır. Dil, görüngünün bir temsilidir esasen, “köpek” dediğimizde pek çoklarının aklına hayvan olan köpek gelir, ancak kimisinin aklına Kinik felsefedeki Diogenes de gelebilir. Başka dile mensup birisi için “köpek” sözcüğü farklı bir şeyin temsili olacaktır.
  • Bu farklılıkların izahı yoktur, bu adlandırmaları yapan ilk insanların bir ilgiden yola çıkarak yaptığı aşikârdır lâkin bu ilgi bizim için bilinmezdir.
  • Ses yapısı ile varlık arasında bir benzerlik kurulamamasına rağmen aynı dile mensup fertlerin varlıklara aynı kelime ile seslenmeleri kendi aralarında adeta gizli bir antlaşmadır.

Dillerin Kökeni

Doğuştancılar

  • <Dil yetisinin insanda doğuştan var olduğunu kabul ederler. > (1. Hafta - Dilin Tanımı, Nitelikleri, Kökeni, p.6)
    • Bu iddia yanlış. Herakleitos’un böyle bir sözü yok. Kuvvetle muhtemel >logos< kavramını yanlış yorumlamışlar ve üstüne “söz” olduğunu söylemişlerdir. Cengiz Çevik’in derlediği “Herakleitos - Fragmanlar” isimli eserde Herakleitos’a böyle bir şey atfedilmez. Stanford Ansiklopedisinde de böyle bir atıf yoktur. Olsa olsa doğuştan değil, doğal anlamı çıkar.
  • Alman filozof J.G. Hamann, dilin insana tanrının bir bağışı olduğunu belirtmiştir.
  • J.G. Herder dil, insan tarafından bulunmuş bir şey olamaz; doğrudan doğruya tanrının insana bir lütfudur, demiştir.
  • Dilin kökeni hususunda en eski eserlerden biri Platon’a aittir. Platon yeryüzündeki adların karşıladıkları nesne veya kavramlarla bir ilgisi olup olmadığını düşünerek Kratylos (Adların Doğruluğu Üzerine) adlı eserinde şu sonuca varmıştır: Nesnelere ilk adları veren “ad koyucu” da bu işin ustasıdır. Bu sonuca binaen Platon’u da doğuştancılar arasında saymak yanlış olmasa gerek.

Deneyimciler

  • İnsanı hayvan derecesine indirerek insanoğlunun yeryüzüne yayıldığı zaman dilsiz ve zekâsız bir sürü hâlinde olduğuna inanır ve insanoğlunun dili sonradan deneyimlerle öğrendiğini ileri sürerler. Onlara göre insan dili deneyimlerle veya bir rasylantı sonucu bulunmuştur.
  • Horatius’a göre insan zamanla ihtiyaçlarını karşılayan kelimeler bulmuş ve böylece bir dile sahip olmuştur.

Anlaşma Nasıl Başlamıştır?

  • Doğan Aksan’ın deyimiyle kimi sırları bugün de çözülememiş büyülü bir varlıktır dil. “Dil nasıl doğmuştur?”, “İlk konuşmalar hangi şekilde ortaya çıkmıştır?”, “Diller tek bir kaynaktan mı, çeşitli kaynaklardan mı doğmuştur?”, “En eski dil hangisidir?” gibi soruların cevapları varsayımdan öteye gidemez. Filozoflar ve dilbilimcilerin bu konu hususunda birleştiği en büyük payda önce konuşmanın, sonra yazının kullanıldıüıdır.

3.1. Eşyalarda Anlaşma:

  • İnsan ilk anlaşma aracı olarak çevresinde bulunan/kendi yaptığı eşyaları göstererek veya üçüncü şahıslara isteğine göre bir eşya -bıçak, ok, yay, boynuz, deri, sicim parası vb.- bırakarak anlaşmaya çalışmıştır. Bu döneme eşya dili denilir.
  • Ağır, yavaş, ilkel bir anlaşma şeklidir. İskit kralı İdonthysus kendisini savaşla tehdit eden Büyük Darius’a “kurbağa, fare, kuş, saban dişi ve ok yayı” göndererek beş gerçek sözcükle cevap vermiş, bu nesnelerle ona “Ben ülkemi sana karşı koruyacağım.” demek istemiştir.
  • Çay bardağının üstüne kaşığı yatak koymak “Çay istemiyorum”, bir hanıma çiek vermek “seni seviyorum”, mendil vermen “ayrılık”, bir delikanlının pilava kaşık saplaması “Evlenmek istiyorum” vb. anlamlara da gelmektedir, günümüzde de bu anlaşmanın örneği vardır.

3.2. Resimlerle Antlaşma:

  • Mağaralarda görülen resimlerin bir kısmının sanat eseri olmaktan ziyade anlaşmak için çizildiği söylenilir. Bu döneme resim dili denir. Resim dilinin en somut örneğini Sultanahmet’teki Dikilitaş’ta görüyoruz. Bu hiyeroglif yazısında görülen şişkin yelken rüzgârı, elinde kupa ile oturan adam içmeyi, inek kulağı anlamayı, köpek başlı maymun Tanrı tot ve dolayısıyla yazmayı, hesaplamayı karşılar.
  • Ortaçağ krallıklarında vs. gücü ve hâkimiyeti temsil etmek üzere armalarda kartal, ayı ve geyik resimleri kullanılmıştır. Türk devletlerinde de Doğu’nun ve Batı’nın hâkimiyetini temsil eden çift başlı kartal resminin sıkça kullanıldığı görünmektedir.
  • Günümüzde üzerine çarpı işareti konulmuş sigara, trafik işaretleri, teknolojide kullanılan simgeler vs. hep resim diline verilebilecek örneklerdendir.

3.3. İşaretlerle Antlaşma:

  • El, kol, yüz < yani beden hareketleri >. Öncekilere göre çok daha hızlıdır ve işaret dili denir. Dilsizlerin konuşmaları bu dil için örnek gösterilir. Bugün biz de sesli konuşmamıza rağmen jest ve mimikler yapmaktan geri kalmıyoruz. Birine yumruk göstermek “döverim”, iki eli yukarı kaldırmak “teslim oluyorum” gibi anlamlara gelir.
  • Jest ve mimikler her toplumda vardır ancak her jest-mimiğin anlamı her toplumda aynı değildir. Mesela başı hafifçe sağa sola sallamak Türklerde “Hayır” iken Bulgarlarda “Evet” anlamındadır.

3.4. Seslerle Antlaşma:

  • İnsan bütün bu evrelerden geçtikten sonra çevresindeki sesleri taklit etmeye başlamış ve konuşma dilini bulmuştur. Bu dönem dil olgusunun son dönemidir. Bu dönemin diline ses dili diyoruz. İnsanın eşyalarla başladığı dil olgusu, sesle en olgun dönemine ulaşmıştır.
3.4.1. Yansıma (Taklit) Kuramı:
  • Sözcükleri doğadaki seslerin taklit edilmesine dayandıran, ilk sözcüklerin de bu şekilde ortaya çıktığını ileri süren varsayımdır (hayvanların, suyun, gök gürültüsünün vs.).
3.4.2. Ünlem Kuramı:
  • Dikkate alınan temel öge ünlemlerdir. İnsan çeşitli olaylar karşısında duygulanmış ve duygulanmanın etkisiyle şaşkınlık, hayranlık, sevinme ve üzülme edimlerini ifade etmek için çıkardıkları sesler zamanla kelimeye dönüşmüştür (of, üf, ah, oh, vay, ay, hay, hey gibi).
3.4.3. İş Kuramı:
  • İnsanların ortak iş yaparken işi kolaylaştırmak için birtakım ortak sesler çıkardıkları gerçeğinden yola çıkarak oluşturulan bir kuramdır. Bu kuramı savunanlar yapılan ilk işin “kazmak” olduğunu ve ilk insan seslerinin de bu eylemle ilgili olduğunu iddia etmektedirler. Bu kuramın zayıf yönü ise isim köklerinin izahının zorlağıdır.
3.4.4. Teolojik/Dinsel Kuram:
  • Dinlerin dillerin yaratılışıyla ilgili verdikleri bilgilerdir. Kutsal kitaplardan Tevrat, İncil ve Kur’an-ı Kerim’de bu konuda bazı bilgiler vardır.
    • Tevrat’a göre Tanrı yarattığı canlılara ad vermesi için Hz. Âdem’i görevlendirmiştir.

    • İncil de dilin ilahî bir vergi olduğunu bildirmektedir: “Başlangıçta söz -logos- vardı, söz Tanrı’yla beraberdi ve söz Tanrı’ydı.”

      • Buradaki “söz” olarak ifade edilen terim “logos”tur, gelecek incelemelerde buraya bakacağım tekrar.

      “En arkhê ên ho Lógos, kaì ho Lógos ên pròs tòn Theón, kaì Theòs ên ho Lógos.”

    • Kur’an-ı Kerim’de “Allah Âdem’e bütün isimleri öğretti. Sonra onları meleklere gösterip ‘Haydi, sözünüzde sadık iseniz bana şunları adlarıyla beraber verin!’ buyurdu. Melekler cevap veremeyince Allah Âdem’e buyurdu: ‘Ey Âdem! Eşyanın isimlerini meleklere haber ver. Âdem onların isimlerini bunlara haber verince…”, “Allah insanı yarattı ve ona beyânı öğretti.”

3.5.5. Wundt’un Görüşü:
  • Alman bilgin Wilhelm Wundt dilin doğuşutla ilgili bütün bu kuramlardan faydalanarak farklı bir görüş leri sürmüştür. Dil seslerinin ilk aşamasını fizikî veya ruhî bir anlam taşıyan hayvanî ses belirtilerinden oluştuğunu söylemiştir. Bu belirtiler ilkin içgüdüsel iken daha sonra bilinçli olarak kullanılan anlatım aracı olmuşlardır. Bağırma durumundaki ilk sesler sonradan perdeli sese dönüşmüştür. Çocukta dili öğrenmeye başlarken ilk aşamada hayvan seslerine benzer birtakım seslere bağırmalara rastlanmasını örnek verir. Wundt’a göre içgüdüsel olan bu sesler, zamanla başka insanlar tarafından yinelendikçe belli kavramların temsilcisi olmuşlardır. Sonraları da bunlar toplumun ortak anlaşma aracı durumunua gelmişlerdir. Dilbilim dünyasında en geçerli görüş budur.

  • Sınavda Muharrem Ergin’in dil tanımı çıkacak.
  • Dil = millet vurgusu önemli.
  • Tablodaki değişim önemli.
  • Dilin temel vasfıyla ilgili kesinlikle 1 soru gelecek, 3. yere kadar.
  • Wundt’un görüşü kesinlikle gelecek.
  • Doğuştancılar ve deneyimciler gelebilir.